5 Şubat 2017 Pazar

Felsefe/Philosophy

Felsefe

Düşünürlerin ‘çağdaş’ terimini tartışmaya başladığı dönem, kapitalizmle birlikte insan hayatının şekillenmekte olduğu dönemle eşzamanlıdır. Bu şekillenme, insan hayatında yön değiştiren ve çığ gibi büyüyen sorunlar üzerinden üretilen kavramları ve düşünceleri de beraberinde taşımaktadır. Sistemin sebep olduğu, ‘birey’ başlığında da söz edilen yalnızlık, yabancılaşma, bireyselleşme, yersizlikyurtsuzluk ve evsizlik gibi kavramlar ortaya çıkmıştır.

Yabancılaşma: Kavram olarak felsefi alanda ilk Hegel tarafından kullanılmıştır. Politik kavramlar alanına dahil eden kişi ise Rousseau olmuştur. Marx, bu kavrama bilinçli olarak kullanarak dikkat çekmiş ve somut bir boyut kazandıran düşünür olmuştur.
Marx’a göre yabancılaşma, uygarlığın beraberinde getirdiği psikopatolojinin en temel ifadesi olan bir ruhsal sakatlıktır. İnsan, ne gerçekte hayalinde oluşturduğu varlık ne de olması gereken varlıktır. İkisi de değildir, insanın varlığı toplumsal yapı ile belirlenmekte ve toplumsal süreçte gerçekleşen insanın varlığı da insanın özüyle çelişmektedir. Bu çelişki ruhsal bir sakatlık olarak adlandırılan yabancılaşmadır.1

Öteki: Edmund Husserl tarafından öne sürülen, daha sonra Hegel’in ele aldığı ve J. P. Sartre tarafından da işlenen görüngübilim içerisinde yer alan bir kavramdır.
Sartre’ın Varlık ve Hiçlik yapıtında ‘Bakış’ başlığında ele aldığı, öznenin bakış ile nesneye indirgenmesi ile oluşan ‘öteki’2, Merleau-Ponty ile birlikte beden ile de ilişkilendirilmiştir. Varlığın hem beden hem de ruhtan oluştuğunu, insanın hem bedensel Ben hem de düşünen özne olduğunu ileri sürmüştür.3
Batı dillerinde Latince’nin idem (aynı) kökünden türetilen identité – identity kelimesi bir özdeşliği, aynılığı ifade etmektedir. Kavram, bir mensubiyeti ve bir aidiyeti göstermektedir. Bu bir ayrışma değil, aynılaşma göstergesidir. Aynı zamanda, her özdeşlik alanı (identité, kimlik) öyle olmayana, öyle tasarlanmayana, yani ötekine nazaran konumlandırılmak ve oluşturulmak zorundadır. Bu ise, ne olunduğu değil, ne olunmadığı üzerine oturtulan negatif bir inşadır. Öte yandan, kendi kimliğinin inşa aynası olan ‘öteki’ de zaten hem kendini negatif bir şekilde inşa etmiştir, hem de bu ‘kimlik’ cephesi tarafından inşa edilmektedir.4

Çokkültürlülük: Küreselleşme, bir yanda kültürel çoğulluğu ve bireysel kimliği merkeze alarak farklı kesimlere kendilerini ifade etme olanağını sunmakta, diğer yandan da bugüne kadar pek de farkında olunmayan egzotik kültürel değerleri gün yüzüne çıkararak onları birer tüketim nesnesine dönüştürmektedir. Bu durum, küresel kapitalizmin yayılmacı politikalarına kapı açmaktadır. Ancak, küresel düzenin egemen güçleri, her ne kadar bu durumu karşı konulmaz bir süreç olarak ilan etseler de kürselleşme ideolojisinin gerçek amacının, Batı’nın; politik egemenliğini, ekonomik egemenliğini, geç-kapitalizmin tüketim kültürünü ve serbest piyasa ekonomisini egemen kılmaya çalıştığı görülmektedir.
1960'lı ve 70'li yıllar, kültürel eleştiri kuramları, çokkültürlülük, kültürel haklar, modernizm eleştirilerinin yoğunlaştığı yıllardır. Birçok ülkede resmi devlet politikası olarak uygulanan çokkültürlülük politikasının, iki farklı biçiminden söz edilebilir. Biri, merkeze bireyi alan ve daha çok bireyin temel hak ve özgürlüklerini öne çıkaran ve herkesi yurttaş olarak addeden liberal çoğulculuk anlayışıdır. Jürgen Habermas, liberal çoğulculuğun önemli olduğunu düşünmektedir. Diğeri ise liberal teoriye bir tepki olarak doğan, toplumsal zeminde dezavantajlı grupların kendi kültürel kültürlerini korumasına öncelik veren, bireyi toplumdan soyutlayarak ve ona bireysel düzlemde her tür hakkı tanıyarak değil, bireyin içinde bulunduğu sosyal ve kültürel dünyayı esas alan cemaatçi çokkültürcülük anlayışıdır. Charles Taylor, cemaatçi çokkültürlülüğü savunmaktadır.5
Slavoj Žižek, çokkültürcülüğü Batı’nın kültürel emperyalizmi olarak görmektedir. Kendi tikel kültüründe kök salmadan yerel kültürlere karşı tepeden bakan Avrupamerkezci mesafe ve/veya tavrını içermesinden mütevellit mesafeli bir ırkçılık olduğunu düşünmekte ve Öteki’nin özgüllüğüne duyduğu saygının, kendi üstünlüğünü beyan etmesinin bir biçimi olarak ifade etmektedir.6

Yersizlikyurtsuzluk: Temelinde ‘köksüzlük’ ile ilişkilenen ‘göçebelik’ ve ‘göçebe düşünce’ ile ilişkilendirilen bir kavramdır.
Heidegger, yapı yapmak ve ‘mesken tutmak’ arasındaki ilişkinin karşılıklı olduğundan söz eder. Heidegger’a göre, yapı yapmak ve ‘mesken tutmak’ birbirlerinin amacı ve aracıdır. İnsanın, ‘mesken tutmayı’ bildiği zaman yapı yapabileceğini, yapı yapabildiği zaman da ‘mesken tutabileceğini’ ifade etmektedir. Öte yandan, çağdaşı olan dünyada bu eylemlerin her ikisinin de unutulmuş olduğunu söylemektedir. İnsan varoluşu asırlarca ‘mesken tutmaya’ dayalı biçimde gelişmiş, fakat ‘mesken tutmak’ kabiliyeti artık yitirilmiştir. Artık yapılar da buna hizmet etmemektedir. İnsan ‘mesken tutmayı’ yeniden öğrenmelidir; çünkü bu insani varoluşun yegâne doğal ve uygun formudur.
İnsan ve çevresi arasındaki bütünlüklerin kaybı, sürrealizmin de temel aldığı sorunlardandır. Sürrealistler, insanın dünyadan yabancılaşmış olmasını sıklıkla vurgulamışlardır. Onların arayışları da, insanın dünyayla ‘yeniden’ bir olacağı koşulları içermektedir. Breton, Özünde doğa ile yakın birlik içinde bulunmasını sağlayacak bir takım anahtarlara sahip olan insan onları kaybettiğini ve o zamandan beri giderek daha hararetlenen bir biçimde işe yaramayan başkalarını denemekte ısrar etiğini dile getirmiştir. Sürrealistlerin düşüncesinde insanın dünyayla yeniden kaynaşması, sabitlikler kuran bir çevreyle bütünleşmesiyle değil, sabitlikler kuran çevrelerden arınmasıyla ve bireyselliğinin özüne ulaşmasıyla olacaktır.
Sürrealistlerde olduğu gibi sitüasyonistlerde de, egemen düzenden bağımsızlaşmış olan ‘yıkıcı’ deneyimler, bir bütünselliğe doğru hareket etmektedir. Sürrealistlerde bu hareket kozmik bir bütünselliğe doğrudur. Sitüasyonistlerde ise bu hareket, devrimi gerçekleştirecek olan kolektif güce doğrudur. Egemen kültürü alt edecek ve ütopyayı kuracak olan güce ulaşmak, sitüasyonların birleşmesini gerekli kılmaktadır.
Heidegger’inki modernitenin ‘göçebe’ güçlerine karşı ‘yerleşiklik’ arzusuysa; Constant’ınki modernitenin ‘yerleştirici’ güçlerine karşı ‘göçebelik’ arzusudur. Heidegger’inki mimarlığın “mesken tutulan” devirdeki köklerine dönmek için bir çağrıysa, Constant’ınki mimarlığın uygarlık tarihi boyunca (yerleşik hayatın başından bu yana) hizmet ettiği güçlere topyekün bir karşı çıkıştır. Onun tasavvur ettiği dünya, mülkiyetin, aidiyetin, sahiplenmenin her türlüsünün, her an reddini içerir. Modernitenin, ‘yeniden’ ‘göçebe’ bir varoluşa sahip olmayı mümkün kılacak güçlerini tamamen serbest bırakma isteğine dayanır.
Ali Artun’a göre Heidegger’in modernitenin ‘göçebe’ güçlerine karşı ‘yerleşiklik’ arzusu, Constant’da modernitenin ‘yerleştirici’ güçlerine karşı ‘göçebelik’ arzusudur. Heidegger’in mimarlığın ‘mesken tutulan’ devirdeki köklerine dönmek için bir çağrıysa, Constant’ınki mimarlığın uygarlık tarihi boyunca (yerleşik hayatın başından bu yana) hizmet ettiği güçlere topyekün bir karşı çıkıştır. Onun tasavvur ettiği dünya, mülkiyetin, aidiyetin, sahiplenmenin her türlüsünün, her an reddini içermektedir. Modernitenin, ‘yeniden’ ‘göçebe’ bir varoluşa sahip olmayı mümkün kılacak güçlerini tamamen serbest bırakma isteğine dayanmaktadır.
Bu nedenle, Constant’ın çingenelerden ilham alarak tahayyül ettiği ‘göçebe’ varoluş; Deleuze ve Guattari’nin ondan bir süre sonra kavramsallaştıracağı ‘göçebelik’le benzeşmektedir. Bu, yalnızca fiziksel bir göçebelik değil; değerlerin, duyguların, düşüncelerin ‘göçebeliği’dir. 7

1Hüseyin Akyıldız, “Bireysel ve Toplumsal Boyutlarıyla Yabancılaşma”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı:3, 1998, ss.163-176.
2Jean-Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik Fenomenolojik Ontoloji Denemesi, çev. Turhan Ilgaz, Gaye Çankaya Eksen, 6.baskı, İthaki Yayınları, İstanbul, 2009, ss. 325-350.
3Ali Akay, Tekil Düşünce Modern Fransız Toplumbilim Düşüncesi, 4.baskı, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2016, ss.45-46.
4Senem Sönmez- Selçuk, “Postmodern Dönemde Farklılığın Kutsanması ve Toplumun Parçacıllaştırılması: ‘Öteki’ ve ‘Ötekileştirme’”, Sosyoloji Derneği Türkiye- Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, Cilt:15, Sayı:2, 2012, s.80.
5M. Zeki Duman, “Küreselleşme, Kimlik ve Çokkültürlülük”, http://vizyon21yy.com/documan/egitim_ogretim/Egitim/Egitim_Makaleleri/Kuresellesme_Kimlik_ve _Cokkulturluluk.pdf. (1.12.2016).
6Ali Artun, Çağdaş Sanat ve Kültüralizm- Kimlik ve Estetik, 2.baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015, s.80.
7Ali Artun, ‘Modernitenin İki Yüzü Arasında Mimarlık: “Mesken Tutmak”tan Göçebeliğe’, Skop Dergi, 12.03.2012, http://www.e-skop.com/skopdergi/modernitenin-iki-yuzu-arasinda-mimarlik-%E2%80%9Cmeskentutmak%E2%80%9Dtan-gocebelige/584, (02.12.2016).

Philosophy

The period in which thinkers begin to debate the term 'contemporary' is synchronous with the period when human life together with capitalism is being shaped. This pattern is accompanied by concepts and thoughts that are generated through problems that are changing course in human life and growing like an avalanche. Concepts such as 'individual' heading, loneliness, alienation, individualization, unjustness and homelessness have emerged.

Estrangement: As a concept, it was first used by Hegel in the philosophical field. The person who involved this concept in the political concepts field is Rousseau. Marx is the one who consciously used this concept, attracted attention to it and gave a concrete dimension to the concept.
According to Marx, estrangement is a psychological disability, the most basic manifestation of the psychopathology that civilization brings. Man is neither the entity that he actually created in his dream nor the entity he should be. Neither is, the existence of the human being is determined by the social structure, and the existence of the human being in the social process is also contradictory to the human being. This contradiction is the estrangement which is called spiritual disability.1

The other: It is a concept put forward by Edmund Husserl, followed by Hegel, and by J. P. Sartre. In Sartre's work of Being and Nothing, which is discussed in the heading 'The View', ‘The other’2 which is formed by the reduction of the subject's point of view to the object, was associated with the body together with Merleau-Ponty. He argued that existence is both body and spirit, that man is both a body self and a thinking subject.3
In Western languages the identité - identity word which was derived from the idem (same) root of Latin expresses an identity, a consubstantiality. The concept shows a sense of belonging and a sense of affiliation. This is not a separation, it is a sign of identity. At the same time, each identity field (identité, identity) has to be positioned and formed relative to the other which is not designed and like them. This is a negative construction, not what it is, but what it is not. On the other hand, the 'other', which is the construction of its own identity, has already built itself in a negative way and is built by this 'identity'.4

Multiculturalism: Globalization brings opportunity to express themselves to different segments with centering cultural diversity and individual identity, and, on the other hand, it transforms them into a consumption object by bringing to light the exotic cultural values that are hardly ever noticed. This situation opens the door to the expansionist policies of global capitalism. Although the sovereign powers of the global order declare this as an irresistible process, thee real purpose of the ideology of globalization is seen as West’s domination of; political sovereignty, economic sovereignty, late-capitalism consumption culture and free market economy.
Years of 1960s and 70s, are years when theories of cultural criticism, multiculturalism, cultural rights, modernism have been intensified. Two different forms of multicultural policy that are applied as official state policies in many countries can be mentioned. One is the concept of liberal pluralism, which takes the individual to the center and moreover emphasizes the fundamental rights and freedoms of the individual and all of them as citizens. Jurgen Habermas thinks liberal pluralism is important. The other is communitarian multiculturalism, which emerges as a reaction to liberal theorizing, based on giving priority to the disadvantaged groups of the disadvantaged groups in protecting their cultural cultures, based on the social and cultural world in which the individual is in the individual, rather than isolating the individual from the society and recognizing it on the individual level. Charles Taylor defends communitarian multiculturalism.5
Slavoj Žižek regards multiculturalism as cultural imperialism of the West. He thinks that it is a distant racism because of the fact that it includes the distance and / or attitude of the European centrist who looks down on the local cultures and he expresses his respect for the specificity of the Other as a form of declaring his supremacy.6

Homelessness: It is a concept associated with 'nomadism' and 'nomadic thought' which is basically related to 'rootlessness'.
Heidegger mentions that the relationship between building and 'dwelling' is reciprocal. According to Heidegger, building and 'dwelling' are the aims and means of each other. It refers to the fact that a person can build when he / she knows to ‘keep a house' and can keep a house when he can ‘build'. On the other hand, he says that both of these actions have been forgotten in the contemporary world. Human beings’ existence have developed for centuries based on 'dwelling', but their ability to 'keep dwelling' has now been lost. The structures do not serve this anymore. Man should learn to 'dwell' again; because this is the only, natural and appropriate form of human existence.
The loss of unity between man and the environment is the problem that also surrealism grounds on. Surrealists have often emphasized that man is alienated from the earth. Their search also includes the conditions that a person will become one with the world again. Breton mentioned that in essence, a man who has a set of keys that will ensure close unity with nature has lost them and insists on trying others which have not worked since then in an increasingly frenzied manner. In the mind of the surrealists, the reintegration of man into the world will not be by integrating with an environment that establishes constancy, but by the purification of constants and by the attainment of the individual.
In situationalists, as in the surrealists, the 'destructive' experiences, which are separated from sovereign order, move towards an integrity. In surrealists, this movement is a cosmic wholeness. In situationalists, this movement is the collective power that will realize the revolution. Achieving the power to overthrow the dominant culture and make the utopia requires the unification of the situations.
If Heidegger's desire for 'settling' is against the 'nomadic' forces of modernity; Constant's desire for 'nomadism' is against the 'placing' forces of modernity. If Heidegger's call is to return to the roots of the "dwellings" of architecture, Constant opposes the forces that architects have served throughout the history of civilization (since the beginning of settled life). The world he conceives includes all kinds of property, ownership, belonging, ownership, rejection at any moment.
According to Ali Artun, Heidegger's desire for 'residence' against the 'nomadic' forces of modernity is the desire for 'nomadism' against Constant's 'placing' forces of modernity. If Heidegger's call is to return to "dwelling" roots of architecture, Constant opposes the forces that architecture has served throughout the history of civilization (since the beginning of settled life). The world he conceives includes all kinds of property, belonging, belonging, rejection at any moment. It is based on modernity’s desire to completely liberate the forces that make it possible to have a 'nomadic' existence again. For this reason, Constant's 'nomadic' existence, imagined by the gypsies, is similar to Deleuze and Guattari's conceptualization of 'nomadism'. It is not just a physical nomadism; it is ‘nomadism’ of values, feelings, thoughts.7

1Huseyin Akyildiz, “Bireysel ve Toplumsal Boyutlarıyla Yabancilasma”, Suleyman Demirel University Economic and Administrative Sciences Faculty Review, (3), 1998, pp.163-176.
2Jean-Paul Sartre, Being and Nothingness, trans. Turhan Ilgaz, Gaye Cankaya Eksen, 6th press, Ithaki Publishing, Istanbul, 2009, pp. 325-350.
3Ali Akay, Tekil Düsünce Modern Fransız Toplumbilim Düsüncesi, 4th , Doğu Batı Publishing, Ankara, 2016, pp.45-46.
4Senem Sonmez- Selcuk, “Postmodern Dönemde Farklılıgın Kutsanmasi ve Toplumun Parcacillastirilmasi: ‘Oteki’ ve ‘Otekilestirme’”, Sosyology Association Turkey- Sosyology Researching Review, 15(2), 2012, p.80.
5M. Zeki Duman, “Küresellesme, Kimlik ve Cokkültürlülük”, http://vizyon21yy.com/documan/egitim_ogretim/Egitim/Egitim_Makaleleri/Kuresellesme_Kimlik_ve _Cokkulturluluk.pdf. (1.12.2016).
6Ali Artun, Cagdas Sanat ve Kulturalizm- Kimlik ve Estetik, 2nd press, Iletisim Publishing, Istanbul, 2015, p.80.
7Ali Artun, ‘Modernitenin Iki Yuzu Arasında Mimarlik: “Mesken Tutmak”tan Göçebelige’, Skop Review, 12.03.2012, http://www.e-skop.com/skopdergi/modernitenin-iki-yuzu-arasinda-mimarlik-%E2%80%9Cmeskentutmak%E2%80%9Dtan-gocebelige/584, (02.12.2016).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder