Felsefe
Düşünürlerin
‘çağdaş’ terimini tartışmaya başladığı dönem,
kapitalizmle birlikte insan hayatının şekillenmekte olduğu
dönemle eşzamanlıdır. Bu şekillenme, insan hayatında yön
değiştiren ve çığ gibi büyüyen sorunlar üzerinden üretilen
kavramları ve düşünceleri de beraberinde taşımaktadır.
Sistemin sebep olduğu, ‘birey’ başlığında da söz edilen
yalnızlık, yabancılaşma, bireyselleşme, yersizlikyurtsuzluk ve
evsizlik gibi kavramlar ortaya çıkmıştır.
Yabancılaşma:
Kavram olarak felsefi alanda ilk Hegel tarafından kullanılmıştır.
Politik kavramlar alanına dahil eden kişi ise Rousseau olmuştur.
Marx, bu kavrama bilinçli olarak kullanarak dikkat çekmiş ve somut
bir boyut kazandıran düşünür olmuştur.
Marx’a
göre yabancılaşma, uygarlığın beraberinde getirdiği
psikopatolojinin en temel ifadesi olan bir ruhsal sakatlıktır.
İnsan, ne gerçekte hayalinde oluşturduğu varlık ne de olması
gereken varlıktır. İkisi de değildir, insanın varlığı
toplumsal yapı ile belirlenmekte ve toplumsal süreçte gerçekleşen
insanın varlığı da insanın özüyle çelişmektedir. Bu çelişki
ruhsal bir sakatlık olarak adlandırılan yabancılaşmadır.1
Öteki:
Edmund Husserl tarafından öne sürülen, daha sonra Hegel’in
ele aldığı ve J. P. Sartre tarafından da işlenen görüngübilim
içerisinde yer alan bir kavramdır.
Sartre’ın
Varlık ve Hiçlik yapıtında ‘Bakış’ başlığında ele
aldığı, öznenin bakış ile nesneye indirgenmesi ile oluşan
‘öteki’2,
Merleau-Ponty ile birlikte beden ile de ilişkilendirilmiştir.
Varlığın hem beden hem de ruhtan oluştuğunu, insanın hem
bedensel Ben hem de düşünen özne olduğunu ileri sürmüştür.3
Batı
dillerinde Latince’nin idem (aynı) kökünden türetilen identité
– identity kelimesi bir özdeşliği, aynılığı ifade
etmektedir. Kavram, bir mensubiyeti ve bir aidiyeti göstermektedir.
Bu bir ayrışma değil, aynılaşma göstergesidir. Aynı zamanda,
her özdeşlik alanı (identité, kimlik) öyle olmayana, öyle
tasarlanmayana, yani ötekine nazaran konumlandırılmak ve
oluşturulmak zorundadır. Bu ise, ne olunduğu değil, ne olunmadığı
üzerine oturtulan negatif bir inşadır. Öte yandan, kendi
kimliğinin inşa aynası olan ‘öteki’ de zaten hem kendini
negatif bir şekilde inşa etmiştir, hem de bu ‘kimlik’ cephesi
tarafından inşa edilmektedir.4
Çokkültürlülük:
Küreselleşme, bir yanda kültürel çoğulluğu ve bireysel kimliği
merkeze alarak farklı kesimlere kendilerini ifade etme olanağını
sunmakta, diğer yandan da bugüne kadar pek de farkında olunmayan
egzotik kültürel değerleri gün yüzüne çıkararak onları birer
tüketim nesnesine dönüştürmektedir. Bu durum, küresel
kapitalizmin yayılmacı politikalarına kapı açmaktadır. Ancak,
küresel düzenin egemen güçleri, her ne kadar bu durumu karşı
konulmaz bir süreç olarak ilan etseler de kürselleşme
ideolojisinin gerçek amacının, Batı’nın; politik egemenliğini,
ekonomik egemenliğini, geç-kapitalizmin tüketim kültürünü ve
serbest piyasa ekonomisini egemen kılmaya çalıştığı
görülmektedir.
1960'lı
ve 70'li yıllar, kültürel eleştiri kuramları, çokkültürlülük,
kültürel haklar, modernizm eleştirilerinin yoğunlaştığı
yıllardır. Birçok ülkede resmi devlet politikası olarak
uygulanan çokkültürlülük politikasının, iki farklı biçiminden
söz edilebilir. Biri, merkeze bireyi alan ve daha çok bireyin temel
hak ve özgürlüklerini öne çıkaran ve herkesi yurttaş olarak
addeden liberal çoğulculuk anlayışıdır. Jürgen Habermas,
liberal çoğulculuğun önemli olduğunu düşünmektedir. Diğeri
ise liberal teoriye bir tepki olarak doğan, toplumsal zeminde
dezavantajlı grupların kendi kültürel kültürlerini korumasına
öncelik veren, bireyi toplumdan soyutlayarak ve ona bireysel
düzlemde her tür hakkı tanıyarak değil, bireyin içinde
bulunduğu sosyal ve kültürel dünyayı esas alan cemaatçi
çokkültürcülük anlayışıdır. Charles Taylor, cemaatçi
çokkültürlülüğü savunmaktadır.5
Slavoj
Žižek, çokkültürcülüğü Batı’nın kültürel emperyalizmi
olarak görmektedir. Kendi tikel kültüründe kök salmadan yerel
kültürlere karşı tepeden bakan Avrupamerkezci mesafe ve/veya
tavrını içermesinden mütevellit mesafeli bir ırkçılık
olduğunu düşünmekte ve Öteki’nin özgüllüğüne duyduğu
saygının, kendi üstünlüğünü beyan etmesinin bir biçimi
olarak ifade etmektedir.6
Yersizlikyurtsuzluk:
Temelinde ‘köksüzlük’ ile ilişkilenen ‘göçebelik’ ve
‘göçebe düşünce’ ile ilişkilendirilen bir kavramdır.
Heidegger,
yapı yapmak ve ‘mesken tutmak’ arasındaki ilişkinin karşılıklı
olduğundan söz eder. Heidegger’a göre, yapı yapmak ve ‘mesken
tutmak’ birbirlerinin amacı ve aracıdır. İnsanın, ‘mesken
tutmayı’ bildiği zaman yapı yapabileceğini, yapı yapabildiği
zaman da ‘mesken tutabileceğini’ ifade etmektedir. Öte yandan,
çağdaşı olan dünyada bu eylemlerin her ikisinin de unutulmuş
olduğunu söylemektedir. İnsan varoluşu asırlarca ‘mesken
tutmaya’ dayalı biçimde gelişmiş, fakat ‘mesken tutmak’
kabiliyeti artık yitirilmiştir. Artık yapılar da buna hizmet
etmemektedir. İnsan ‘mesken tutmayı’ yeniden öğrenmelidir;
çünkü bu insani varoluşun yegâne doğal ve uygun formudur.
İnsan
ve çevresi arasındaki bütünlüklerin kaybı, sürrealizmin de
temel aldığı sorunlardandır. Sürrealistler, insanın dünyadan
yabancılaşmış olmasını sıklıkla vurgulamışlardır. Onların
arayışları da, insanın dünyayla ‘yeniden’ bir olacağı
koşulları içermektedir. Breton, Özünde doğa ile yakın birlik
içinde bulunmasını sağlayacak bir takım anahtarlara sahip olan
insan onları kaybettiğini ve o zamandan beri giderek daha
hararetlenen bir biçimde işe yaramayan başkalarını denemekte
ısrar etiğini dile getirmiştir. Sürrealistlerin düşüncesinde
insanın dünyayla yeniden kaynaşması, sabitlikler kuran bir
çevreyle bütünleşmesiyle değil, sabitlikler kuran çevrelerden
arınmasıyla ve bireyselliğinin özüne ulaşmasıyla olacaktır.
Sürrealistlerde
olduğu gibi sitüasyonistlerde de, egemen düzenden bağımsızlaşmış
olan ‘yıkıcı’ deneyimler, bir bütünselliğe doğru hareket
etmektedir. Sürrealistlerde bu hareket kozmik bir bütünselliğe
doğrudur. Sitüasyonistlerde ise bu hareket, devrimi
gerçekleştirecek olan kolektif güce doğrudur. Egemen kültürü
alt edecek ve ütopyayı kuracak olan güce ulaşmak, sitüasyonların
birleşmesini gerekli kılmaktadır.
Heidegger’inki
modernitenin ‘göçebe’ güçlerine karşı ‘yerleşiklik’
arzusuysa; Constant’ınki modernitenin ‘yerleştirici’
güçlerine karşı ‘göçebelik’ arzusudur. Heidegger’inki
mimarlığın “mesken tutulan” devirdeki köklerine dönmek için
bir çağrıysa, Constant’ınki mimarlığın uygarlık tarihi
boyunca (yerleşik hayatın başından bu yana) hizmet ettiği
güçlere topyekün bir karşı çıkıştır. Onun tasavvur ettiği
dünya, mülkiyetin, aidiyetin, sahiplenmenin her türlüsünün, her
an reddini içerir. Modernitenin, ‘yeniden’ ‘göçebe’ bir
varoluşa sahip olmayı mümkün kılacak güçlerini tamamen serbest
bırakma isteğine dayanır.
Ali
Artun’a göre Heidegger’in modernitenin ‘göçebe’ güçlerine
karşı ‘yerleşiklik’ arzusu, Constant’da modernitenin
‘yerleştirici’ güçlerine karşı ‘göçebelik’ arzusudur.
Heidegger’in mimarlığın ‘mesken tutulan’ devirdeki köklerine
dönmek için bir çağrıysa, Constant’ınki mimarlığın
uygarlık tarihi boyunca (yerleşik hayatın başından bu yana)
hizmet ettiği güçlere topyekün bir karşı çıkıştır. Onun
tasavvur ettiği dünya, mülkiyetin, aidiyetin, sahiplenmenin her
türlüsünün, her an reddini içermektedir. Modernitenin, ‘yeniden’
‘göçebe’ bir varoluşa sahip olmayı mümkün kılacak
güçlerini tamamen serbest bırakma isteğine dayanmaktadır.
Bu
nedenle, Constant’ın çingenelerden ilham alarak tahayyül ettiği
‘göçebe’ varoluş; Deleuze ve Guattari’nin ondan bir süre
sonra kavramsallaştıracağı ‘göçebelik’le benzeşmektedir.
Bu, yalnızca fiziksel bir göçebelik değil; değerlerin,
duyguların, düşüncelerin ‘göçebeliği’dir. 7
1Hüseyin
Akyıldız, “Bireysel ve Toplumsal Boyutlarıyla Yabancılaşma”,
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, Sayı:3, 1998, ss.163-176.
2Jean-Paul
Sartre, Varlık ve Hiçlik Fenomenolojik Ontoloji Denemesi, çev.
Turhan Ilgaz, Gaye Çankaya Eksen, 6.baskı, İthaki Yayınları,
İstanbul, 2009, ss. 325-350.
3Ali
Akay, Tekil Düşünce Modern Fransız Toplumbilim Düşüncesi,
4.baskı, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2016, ss.45-46.
4Senem
Sönmez- Selçuk, “Postmodern Dönemde Farklılığın Kutsanması
ve Toplumun Parçacıllaştırılması: ‘Öteki’ ve
‘Ötekileştirme’”, Sosyoloji Derneği Türkiye- Sosyoloji
Araştırmaları Dergisi, Cilt:15, Sayı:2, 2012, s.80.
5M.
Zeki Duman, “Küreselleşme, Kimlik ve Çokkültürlülük”,
http://vizyon21yy.com/documan/egitim_ogretim/Egitim/Egitim_Makaleleri/Kuresellesme_Kimlik_ve
_Cokkulturluluk.pdf. (1.12.2016).
6Ali
Artun, Çağdaş Sanat ve Kültüralizm- Kimlik ve Estetik, 2.baskı,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2015, s.80.
7Ali
Artun, ‘Modernitenin İki Yüzü Arasında Mimarlık: “Mesken
Tutmak”tan Göçebeliğe’, Skop Dergi, 12.03.2012,
http://www.e-skop.com/skopdergi/modernitenin-iki-yuzu-arasinda-mimarlik-%E2%80%9Cmeskentutmak%E2%80%9Dtan-gocebelige/584,
(02.12.2016).
Philosophy
The
period in which thinkers begin to debate the term 'contemporary' is
synchronous with the period when human life together with capitalism
is being shaped. This
pattern is accompanied by concepts and thoughts that are generated
through problems that are changing course in human life and growing
like an avalanche. Concepts such as 'individual' heading, loneliness,
alienation, individualization, unjustness and homelessness have
emerged.
Estrangement:
As
a concept, it was first used by Hegel in the philosophical field. The
person who involved this concept in the political concepts field is
Rousseau. Marx is the one who consciously used this concept,
attracted attention to it and gave a concrete dimension to the
concept.
According
to Marx, estrangement
is a psychological disability, the most basic manifestation of the
psychopathology that civilization brings.
Man
is neither the entity that he actually created in his dream nor the
entity he should be. Neither is, the existence of the human being is
determined by the social structure, and the existence of the human
being in the social process is also contradictory to the human being.
This contradiction is the estrangement
which is called spiritual disability.1
The
other: It
is a concept put forward by Edmund Husserl, followed by Hegel, and by
J. P. Sartre. In Sartre's work of Being and Nothing, which is
discussed in the heading 'The View', ‘The other’2
which is formed by the reduction of the subject's point of view to
the object,
was
associated with the body together with Merleau-Ponty. He argued that
existence is both body and spirit, that man is both a body self and a
thinking subject.3
In
Western languages the identité - identity word which was derived
from the idem (same) root of Latin expresses an identity, a
consubstantiality.
The
concept shows a sense of belonging and a sense of affiliation.
This
is not a separation, it is a sign of identity.
At
the same time, each identity field (identité, identity) has to be
positioned and formed relative to the other which is not designed and
like them. This is a negative construction, not what it is, but what
it is not.
On
the other hand, the 'other', which is the construction of its own
identity, has already built itself in a negative way and is built by
this 'identity'.4
Multiculturalism:
Globalization
brings opportunity to express themselves to different segments with
centering cultural diversity and individual identity, and, on the
other hand, it transforms them into a consumption object by bringing
to light the exotic cultural values that are hardly ever noticed.
This situation opens the door to the expansionist policies of global
capitalism. Although the sovereign powers of the global order declare
this as an irresistible process, thee real purpose of the ideology of
globalization is seen as West’s domination of; political
sovereignty, economic sovereignty, late-capitalism consumption
culture and free market economy.
Years
of 1960s and 70s, are years when theories of cultural criticism,
multiculturalism, cultural rights, modernism have been intensified.
Two
different forms of multicultural policy that are applied as official
state policies in many countries can be mentioned. One is the concept
of liberal pluralism, which takes the individual to the center and
moreover emphasizes the fundamental rights and freedoms of the
individual and all of them as citizens. Jurgen Habermas thinks
liberal pluralism is important. The other is communitarian
multiculturalism, which emerges as a reaction to liberal theorizing,
based on giving priority to the disadvantaged groups of the
disadvantaged groups in protecting their cultural cultures, based on
the social and cultural world in which the individual is in the
individual, rather than isolating the individual from the society and
recognizing it on the individual level. Charles Taylor defends
communitarian multiculturalism.5
Slavoj
Žižek regards multiculturalism as cultural imperialism of the West.
He
thinks that it is a distant racism because of the fact that it
includes the distance and / or attitude of the European centrist who
looks down on the local cultures and he expresses his respect for the
specificity of the Other as a form of declaring his supremacy.6
Homelessness:
It
is a concept associated with 'nomadism' and 'nomadic thought' which
is basically related to 'rootlessness'.
Heidegger
mentions that the relationship between building and 'dwelling' is
reciprocal. According
to Heidegger, building and 'dwelling' are the aims and means of each
other. It refers to the fact that a person can build when he / she
knows to ‘keep a house' and can keep a house when he can ‘build'.
On the other hand, he says that both of these actions have been
forgotten in the contemporary world. Human beings’ existence have
developed for centuries based on 'dwelling', but their ability to
'keep dwelling' has now been lost. The structures do not serve this
anymore. Man should learn to 'dwell' again; because this is the only,
natural and appropriate form of human existence.
The
loss of unity between man and the environment is the problem that
also surrealism grounds on. Surrealists
have often emphasized that man is alienated from the earth. Their
search also includes the conditions that a person will become one
with the world again. Breton mentioned that in essence, a man who has
a set of keys that will ensure close unity with nature has lost them
and insists on trying others which have not worked since then in an
increasingly frenzied manner. In the mind of the surrealists, the
reintegration of man into the world will not be by integrating with
an environment that establishes constancy, but by the purification of
constants and by the attainment of the individual.
In
situationalists, as in the surrealists, the 'destructive'
experiences, which are separated from sovereign order, move towards
an integrity. In
surrealists, this movement is a cosmic wholeness. In situationalists,
this movement is the collective power that will realize the
revolution. Achieving the power to overthrow the dominant culture and
make the utopia requires the unification of the situations.
If
Heidegger's desire for 'settling' is against the 'nomadic' forces of
modernity; Constant's desire for 'nomadism' is against the 'placing'
forces of modernity.
If
Heidegger's call is to return to the roots of the "dwellings"
of architecture, Constant opposes the forces that architects have
served throughout the history of civilization (since the beginning of
settled life). The world he conceives includes all kinds of property,
ownership, belonging, ownership, rejection at any moment.
According
to Ali Artun, Heidegger's desire for 'residence' against the
'nomadic' forces of modernity is the desire for 'nomadism' against
Constant's 'placing' forces of modernity. If
Heidegger's call is to return to "dwelling" roots of
architecture, Constant opposes the forces that architecture has
served throughout the history of civilization (since the beginning of
settled life). The world he conceives includes all kinds of property,
belonging, belonging, rejection at any moment. It is based on
modernity’s desire to completely liberate the forces that make it
possible to have a 'nomadic' existence again. For this reason,
Constant's 'nomadic' existence, imagined by the gypsies, is similar
to Deleuze and Guattari's conceptualization of 'nomadism'. It is not
just a physical nomadism; it is ‘nomadism’ of values, feelings,
thoughts.7
1Huseyin
Akyildiz, “Bireysel ve Toplumsal Boyutlarıyla Yabancilasma”,
Suleyman Demirel University Economic and Administrative Sciences
Faculty Review, (3), 1998, pp.163-176.
2Jean-Paul
Sartre, Being and Nothingness, trans. Turhan Ilgaz, Gaye Cankaya
Eksen, 6th press, Ithaki Publishing, Istanbul, 2009, pp. 325-350.
3Ali
Akay, Tekil Düsünce Modern Fransız Toplumbilim Düsüncesi, 4th ,
Doğu Batı Publishing, Ankara, 2016, pp.45-46.
4Senem
Sonmez- Selcuk, “Postmodern Dönemde Farklılıgın Kutsanmasi ve
Toplumun Parcacillastirilmasi: ‘Oteki’ ve ‘Otekilestirme’”,
Sosyology Association Turkey- Sosyology Researching Review, 15(2),
2012, p.80.
5M.
Zeki Duman, “Küresellesme, Kimlik ve Cokkültürlülük”,
http://vizyon21yy.com/documan/egitim_ogretim/Egitim/Egitim_Makaleleri/Kuresellesme_Kimlik_ve
_Cokkulturluluk.pdf. (1.12.2016).
6Ali
Artun, Cagdas Sanat ve Kulturalizm- Kimlik ve Estetik, 2nd press,
Iletisim Publishing, Istanbul, 2015, p.80.
7Ali
Artun, ‘Modernitenin Iki Yuzu Arasında Mimarlik: “Mesken
Tutmak”tan Göçebelige’, Skop Review, 12.03.2012,
http://www.e-skop.com/skopdergi/modernitenin-iki-yuzu-arasinda-mimarlik-%E2%80%9Cmeskentutmak%E2%80%9Dtan-gocebelige/584,
(02.12.2016).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder